Sosyal medyada “Basel” olarak bilinen Bekir Aslan, hakkında açılan davaları, cezaevi deneyimini ve hapishanedeki dayanışma pratiklerini anlatıyor.
T. T: Günaydın herkese yeniden. Bugün konuğumuz sosyal medyada bilinen adıyla Basel, kimlikte yazan adıyla Bekir Aslan. Kendisi bir sosyal medya fenomeni olarak geçiyor haberlerde. Önce sosyal medyada ünlenmişti. Ama bu ününün ardından şimdi işte cezaevine girip çıkmalarıyla, davalarıyla gündeme geliyor. Bugün onunla davalarını, cezaevi sürecini, hayatının nasıl etkilendiğini konuşacağız. Hoş geldiniz, Bekir Bey.
B. A: Merhabalar, hoş buldum, teşekkürler.
Ö. Ö: Merhaba, hoş geldiniz.
T. T: Ben şimdi kendisiyle ilgili önce kısa bir bilgi vereyim. Son olarak 17 Ekim'de 18 ay hapis cezası aldı; bir sosyal medya paylaşımı nedeniyle ve bir de Grup Yorum'un bir şarkısını retweet ettiği için, ama sosyal medya paylaşımındaki fotoğraf önemli. O fotoğrafta gençler elinde bir pankart tutuyordu. Dev Genç yazıyordu üzerinde. Yani işte Gen Z, İngilizce Z kuşağının kısaltılmış hali. Ve bu Dev Genç'i hatırlatan bir şekilde bir espriydi. Bu nedenle terör örgütü propagandası yapmaktan 18 ay hapis cezası aldı. Kendisi bunun için daha önce yatıp çıkmıştı zaten. Sonrasında da cumhurbaşkanına, pardon, Cumhurbaşkanı'na, hakaretten 3 ay yatmıştı. Yani Nisan ayından beri iki suçtan birinden 77 gün, diğerinden 3 ay cezaevinde yattı ve çıktı. Şimdi onunla dediğim gibi bu davaları konuşacağız. Ve ayrıca bunun ötesinde başka davaları, başka soruşturmaları da var. Geçen yıl da cezaevine girmiş. Ben önce Bekir Bey'e şunu sormak istiyorum. Ne hissediyorsunuz bu genel dava soruşturma, hakkınızdaki? Ne diyorsunuz? 2025 sizin için nasıl geçti, geçiyor mesela?
B. A: Öncelikle teşekkürler. Çok güzel açıkladınız. 2025 benim için nasıl geçiyor? Şu an mesela çok kısaca şu an nerede olduğumdan bahsedebilirim. İronikliği ve komikliği direkt buradan belli. Normalde insanlar çok fazla arkadaş edinirler farklı farklı mecralardan ya da farklı şekillerde. Ben şimdi en son hapse girdiğimde tanıştığım bir tane abiyle, Ethem abiyle birlikte onun iş yerini ziyarete gidiyorum. Şu an hatta arabadayım. 2025 benim için hapis demekti neredeyse. Hapis, gözaltı, ifadeye gitmek, adliyeye gitmekti. 19 Mart'tan itibaren bu sayede aslında çok fazla güzel insanla tanışmış oldum. İmamoğlu'nu görmüş oldum, Mahir Polat'ı görmüş oldum, Resul Emrah Şahin'i görmüş oldum. Cemil'le tanışmış oldum, onunla oturup konuşmuş oldum. Bir yandan da aslında... zararı varmış gibi olsa da ki var, bunun güzel yanlarını görmek, bunun güzel yanlarını paylaşmak aslında biraz da beni tutuklayan, gözaltına alan kişiler için de sinir bozucu oldu. Çünkü birisi beni gözaltına alıyor, işte yurt dışı yasağı veriyor ve ben çıkınca diyorum ki “Aa işte İmamoğlu'nu gördüm, İmamoğlu'na sarıldım, şöyle yaptım, böyle yaptım.” E diyor ki “Biz bunu gözaltına aldık, bunun morali bozulacak diye düşünüyorduk, bu nasıl iş?”
T. T: Yani kendinize biraz cezaevinden sosyal çevre yaptınız. Yani dediğiniz gibi insanlar dışarıda sosyal çevre yapar. Siz cezaevinde sosyal çevre yaptınız. Çünkü cezaevinde de bayağı bir ünlü diyebileceğimiz işte önemli mevkilerde insanlar var. Peki önce bu şeyden başlayalım. 19 Mart'ın ardından sanıyorum 12 Nisan'da ilk bunun için gözaltına alınıp tutuklanıyorsunuz. Bu Dev Genç pankartından bahsedelim. Yani bunu nasıl görüyorsunuz? Hakim size ne sordu? Siz nasıl yanıtladınız? Biraz o Dev Genç pankartı, o soruşturmadan bahseder misiniz?
B. A: İlk başta Gülhane Parkı'nda TİP'in bir söyleşisi olacaktı. Erkan Baş'ın katılımıyla gerçekleşecek diye internette gördüm. Ben de zaten TİP'e 3-4 gün önce üye olmuştum. Dedi ki arkadaşlarım, gidelim mi peki? Olur dedim. O vakitte ben herhangi bir söyleşiyi, eylemi Twitter'dan paylaştığımda herkes benim hesaba bakıp, aa işte bak böyle bir eylem varmış bazı yerlerde gidiyormuş. Hadi biz de gidelim kıvamında oluyorlardı. Normalde 50-60 kişi gidecekmiş. Ben paylaştım. TİP'ten bir tane avukat abi ulaştı bana. Dedi işte, Bekir sen paylaşmışsın bayağı bir talep olacak gibi. Ne kadar kişi gelir hiç bilmiyorum ben dedim. Ev arkadaşımı alıyorduk. Bugün bu varmış, bugün şu varmış deyip bir oraya bir buraya gidiyorduk. 300-400 kişi geldi. Hatta ilk defa bende bir konuşma yapma fırsatım olmuştu. Heyecandan elim ayağım titriyor. Konuşurken bir de böyle bir... Fena diye nefes nefese kalıyorum. Orada tam söyleşi bitti. İnsanlar gelip benimle fotoğraf çekilmeye başlamıştı. Ben de ayıp olmasın diye duruyordum. O ara bir gözaltına alındım. Avcılar'a alındık. Orada bir zaten başlamıştı süreç. Aslında tutuklamaya kadar gidecek diye düşünüyordum. Çünkü herkes Avcılar'da 50 kişi birlikte dururken beni tek tutuyorlardı. Hatta otobüse bindik, gözaltına alınan arkadaşlar çok kötü hissediyorlar kendilerini. Ben bugün akşam gözaltında kalırsam, yurt dışına gidemezsem ne olacak? Babamın haberi yok, yurttan atılabilirim. Anksiyete krizlerine girenler, ağlayanlar... Ben korkmayın diyordum, bir şey olmayacak. Hepiniz serbest kalacaksınız diyordum. Kendim için pek bir şey diyemiyordum. Belki benim yanımda bir iki arkadaş da piyango vurur diye düşünüyordum.
O gün Gülhane Parkı'ndan alınanlar, herkes serbest bırakıldı. Ama bana dediler ki, tam ifade veriyordum ben, Güvenlik Şube'de. “Bekir Aslan, TEM'den senin bir ifaden daha var,” dediler. Şaşırmadım dedim. Tam inecektim. TEM'deki polisler dediler ki bana... Bekir, senin herhangi bir terör örgütü üyeliğin var mı? Ondan aldık ifadeni. Düşünüyorum. O kadar olduğum ki... Acaba hangi örgütün üyeyim ben? Hani FETÖ mü, PKK mı, DHKP-C mi? Bakalım artık, göreceğiz kıvamındaymış. Bir eyleme katılmışlığım var mı diyor hiçbir terör örgütü üyeliğine. Düşünüyorum. Acaba artık iyice mi abarttılar da. CHP'nin eylemlerini terör eylemi olarak görüyorlar diye düşündüm. Sabaha kadar tam nezarette bekledim. İfadeye alınana kadar söylemediler neyden alındığımı. O gece de şansına FETÖ operasyonu olmuş. 9-10 tane FETÖ'cü geldi nezarette. Allah'ım dedim, beni FETÖ'den almışlar herhalde. Düşünüyorum neyden alabilirler, nasıl alabilirler beni FETÖ'den diye. Sabah oldu, avukatlarımla konuştum. Beni ifadeye götürdüler. Polisler orada şey sormaya başladılar: Dev Genç'e ne zaman katıldın, Dev Genç'teki konumun nedir, bu örgütün finansmanı nasıl sağlanıyorsunuz? Gerçekten, pardon.
T. T: Gerçekten Dev Genç diye mi soruyorlar, Genç Z diye mi soruyorlar? Yani pankarttan yazılan haliyle bunun bir örgüt olduğunu düşünüp.
B. A: Benim avukatlarımdan birisi direkt bir kahkaha attı, tutamadı kendini. Böyle ortam çok ciddi bir ortamdı normalde. 4-5 tane terörle mücadele polisi var, bir de Basel var. Avukatım kahkaha attı, tutamadı kendini bu soruları görünce. Biz yine de düzgün düzgün cevapladık soruları. Ama avukatım dedi ki zaten oradan çıkarken peki tutuklanacaksın dedi. Bu kadar garip iddialar olmaz yoksa, bu kadar garip suçlamayla seni gözaltına almazlar dedi. Ben de farkına vardım. Yanında aynı zamanda bir de bonus olarak ben Meydan'dan gözaltına alınırsam hiç fark etmiyor. Bir de Erdoğan'a hakaretten ayrı bir soruşturma da açıyorlardı. Ama ondan tutuklanmayacağımı biliyordum o vakitte. Hatta Çağlayan'a gittik. Çağlayan'da avukat arkadaşıma da hakimin karşısına çıkmadan ben bir yazı yazdırdım. Dedim işte ben bu sebeple tutuklandım. İçeri girdik, iki farklı suçlamayla. İfademi aldı hakim tekrardan, son sözlerimi sordu. Çıktık, tutuklandım. Aynı suçtan tutuklandım, tahmin ettiğim gibi. Avukatım şaşırdı ama sen zaten benim kadar biliyorsun diye güldü o da. Metris'e gittim ben oradan.
T. T: Anladım. Orada buradan girdiniz ve 77 gün kaldınız.
B. A: Evet.
T. T: Sonra çıktınız. 12 gün sonra başka bir suçlamayla tekrar girdiniz. Bu sefer söylendiği gibi işte Cumhurbaşkanı'na hakaretten ve bu kez de 3 ay yattınız. Şey soracağım ben; yani bütün bunlar sizi neticede nasıl etkiledi? Hayatınızı nasıl etkiledi? Ya da önce şeyi anlatabilir misiniz, cezaevi günleriniz nasıl geçti?
B. A: İlkinde direkt terör örgütü propagandası yapmak suçlamasına girdiğim için terör koğuşundaydım. Dört kişilik koğuştu. O koğuş çok rahattı. Hatta ben çok gülüp avukatlar aracılığıyla mesaj paylaştığımda Twitter'da bunun çok dalgasını geçiyordum. Tek başıma bir odam vardı. Herkesin ayrı bir odası vardı. Biz sürekli film izliyorduk akşamları, kola, çekirdek eşliğinde. Sanki böyle mutlu bir aile tablosu gibi. Gündüzleri hava tam ısınmaya başlamıştı. Avluda spor yapıyorduk. Ben onlara dil öğretmeye başlamıştım. Kendim de İtalyanca öğrenmeye başlamıştım. Fransızca ve İngilizce zaten biliyorum diye birisi İngilizce öğrenmek istiyordu koğuştaki. Biri Fransızca öğrenmek istiyordu. Onlara İngilizce, Fransızca öğretiyordum. Kendim de İtalyanca öğreniyordum başka birisiyle. Hatta bir gün gardiyan şey diye sormuştu. Geldi, hanginiz İngilizce öğreniyor, hanginiz Fransızca öğreniyor? Bana gardiyanlar ikinci ismimle hitap ediyorlardı. Genellikle Bekir değil, Basel diyorlardı. Garip geliyordu diğerleri için de. Komik değil ki. İkincisinde de 50-60 kişi kalıyorduk. Direkt komple adli suçlularlaydım. Onlarda da içeri girdim. İlk gün işte herkese bir selamlaştım ettim. Ve orada farklı bir kural var. Sonuçta kalabalık bir koğuş. İşte iki gün avluya çıkmama gibi bir durum var. İşte üç gün biriyle konuşamıyorsun yeni geldiğinde. Bunu deneyimlemiş oldum. Ne kadar isteyerek yapmasam da iyiydi. Ve bunlardan önce de bir Metris'te kalmış oluyorsunuz. Eğer çok ünlü değilsiniz, böyle İmamoğlu, Rüstem Aylan kadar popüler insanlar değilseniz 2-3 gün sizinle Metris'te tek başınızda bir yerde tutuyorlar eğer siyasi bir sebeple girerseniz. Ve ilk girdiğimde, benim babam Metris'te jandarmaydı, geçen sene emekli oldu, Kayseri'deki lojmanda kalıyordum ben Metris Cezaevi'nin. Babama hep şeyi sorardım. Baba derdim, içerisi nasıl acaba? Boşver derdim, hiç güzel değil. Ufacık, daracık, iğrenç bir yer derdi. Ben de merak ederdim. Hatta önünde fotoğraf çekilmiştim. Hapse girmeden hemen, böyle bir sene önce falan. Esprisine. Bu ilk tutuklandığım vakitte beni polis Çağlayan'dan aldı. Metris'e götürecek. Giderken yolu karıştırdı, bulamadı. Dedim, bakın buradan böyle gireceksiniz. İçeri girdik. İki farklı cezaevi var Metris'te. T1, T2 diye. Beni T2'ye götüreceklerdi. Dedim, yok orası değil. Ben T1'de kalacağım dedim. Bakıyorlar böyle. Dedim, benim babam jandarmaydı. Ben burada kalmıştım. O yüzden biliyorum falan yapıyorum. Adam şey diyor. Ben DHKP-C'den girdim. Babam jandarma diyorsun. Metris'i biliyorsun. Ben nasıl bir insansın diyordu. Onlara kendimi nasıl cezaevine teslim edeceğimi onlara ben göstermiştim.
T. T: Anladım. Peki, yani böyle şeyi anlatıyorsunuz. O süreci anladığım kadarıyla gayet güçlü bir şekilde geçirmişsiniz. Ama bir takım olumsuz etkileri de oluyordur herhalde. Hem duygusal olarak olabilir. Ya da işte Galatasaray Üniversitesi'nde öğrencisiniz. Hayatınıza, yaşamınıza etkileri olabilir. Birazcık da onlardan bahseder misiniz?
B. A: Şöyle, iki senedir hapse girdiğim için her bahar ayında... Tıpkı şey gibi: Cemre suya düşer, havaya düşer, toprağa düşer bahar geldiğinde, bir de Bekir hapse düşer. Artık her bahar geldiğinde böyle olmuş oluyor. Baharda hapse girdiğim için de bahar derslerini veremedim iki seneden beri. Üç dersim var. Hocalarım da hapisteyken ben çok sınav yapmaya istekli olmadıkları için de hâlâ mezun olamadım. Böyle bir olumsuz yanı var. Bunun olumsuz yanlarını çok sosyal medyada dile getirmek istemiyorum. Hatta özellikle bu yanları konuşmuyorum ki insanların umudu kırılmasın, morali bozulmasın, ülkeye dair... Hevesi kaçmasın diye düşünüyorum. Yoksa mesela iş yönünden yine keza aynı sıkıntıları var. Çünkü ben sosyal medyada ne kadar fenomen olarak adlandırılıyor olsam da sosyal medyadan para kazanmak isteyen, sosyal medyadan yürümek isteyen birisi değilim. Bu siyasi olaylar olmadığı vakitlerde çok aktif hesap kullanmıyorum. Twitter'ımı ya da başka hesaplarımı. Ne zaman siyasi bir olay oluyordu, 19 Mart sürecine kadar yine aylarca hesabımı kullanmamıştım doğru düzgün. Bu kadar fazla takipçim varken kullanayım diyordum. Kullandığımda da tahmin edileceği üzere bedel ödüyor insanlar. Bu bedeli ödemiş oldum mezun olamayarak ya da iş yönünden sıkıntı çekerek. Ama işte bazıları hâlâ hapiste olduğu için de bu konudan kendim açısından çok dert yanmak da biraz bencillik gibi geliyor. O yüzden de bu konuyu çok dile getirmiyorum. Sonuçta 22 Mart'ta ilk gözaltına alındığım vakit evden aldılar beni polisler. Vatan'a götürecekler. O arada hâlâ Ekrem İmamoğlu Vatan'da kaldığı için Vatan etrafı inanılmaz derecede korunuyor. 5-6 kilometreye kadar. Hatta ben böyle aşırı şaşkınlıkla etrafı izliyordum. Etraf bomboş; böyle sanki pandemi varmış da zombiler her an bir yerden çıkacakmış gibi. 10 metrede bir tane polis arabası duruyordu. Ben o kadar şaşırarak baktığım için polisler şeyi sormuştu. İyi şanslısın bak demişti. Hani buraları polis olmayıp gören bir sen varsın bir de 3-5 tane arkadaşın var demişti. Halbuki ben de öyleydim. Hani o an oraları görmek. Sonrasında parmak izi vermeniz gerekiyor göz altındayken, sürekli gittiğinizde. Tam böyle ellerim kelepçeli doğru düzgün beklerken arkamdan bir ses geldi. “Başkanım, bu arkadaşlar da dün Saraçhane'de sizin için yapılan eylemde gözaltına alınan arkadaşlar,” diye. Bir döndüm; Mehmet Peklivan, yanında Ekrem İmamoğlu. Sabaha sekiz buçuk, dokuz gibi. Vatan Emniyet'te parmak izi servisinin önünde hiç beklemediğim bir karşılaşma. Herkes zaten şok oldu. Kimse ne diyeceğini bilemedi. Ben konuşayım dedim direkt o gazla. “Başkanım,” dedim, “birkaç gün önce siz kendinizi millete emanet etmiştiniz. Millet de burada,” dedim. Tebessüm etti, geldi, teşekkür etti, bir sarıldı. Ben o gazla göz altından çıktıktan sonra geri tekrardan, aynı şekilde hatta daha da güçlü bir biçimde siyasete atılmaya, siyasi şeyler yapmaya devam etmiştim.
T. T: Ben burada araya girip şunu sorabilir miyim? İlk cezaevinden çıktığınızda da okula gidiyorsunuz, okulda hocanız diyor ki bir daha yapma diyor. Siz neyi diyorsunuz? O bir daha yapma, bir daha yapma diyor. Neyi yapıp yapmayacağınız belirsiz aslında. Hapse girmek için çok fazla şey olmasına gerek yok. Ama ben şimdi süremizin sonuna geliyoruz. Bir daha yapacak mısınız diye sorayım. Bütün bu süreçlerden sonra bir daha yapıp yapmamak konusunda ne düşünüyorsunuz?
Ö. Ö: Ben de minik minik bir soruyla araya girmek istiyorum. Şimdi iki defa cezaevine girdiğinizi söylediniz. Biri terör, işte Gen Z'nin bir terör örgütü olduğu iddiasıyla. Bir diğeri Cumhurbaşkanı'na hakaret. Bunlardan tahliye edildiniz diye anlıyorum. Beraat etmediniz galiba değil mi? Devam ediyor herhalde.
B. A: İlkinden tahliye edildim, sonra ceza aldım. Ama yatarını yattığım için tekrardan şu an ceza kesinleşmesine de girmeyeceğim. İkinciden tahliye edildim, dava sürüyor hâlâ.
T. T: Bir daha yapacak mısınız bunları?
B. A: Şöyle, bir kedinin önüne tavuk koyduğunuzda ne kadar kızarsanız kızın, o tavuk illa yenecek. Yani böyle bir şey olsa, ben kendimi kediye benzetiyorum. Tavuk da susmak gibi bir şey. O yüzden illa ki bence. Sonuçta bu kadar fazla popüler değilken hep şey düşünürdüm ben. Bu insanlar niye susuyorlar? Bu insanlar niye hiç konuşmuyorlar? Fenomenler neden konuşmuyor? Bir yerde para tatlı geliyor insanlara korkmaktan ziyade. Çünkü ben normalde sosyal medyayla kısıtlı biriydim. Beni tanıyanlar genelde 20-25 yaşında insanlar olurdu. 19 Mart'tan sonra bir mitinge gidiyordum tutuklanana kadar. Mitingte 50-60 yaşında bir tane abla geliyordu. Ve gözleri dolmuş sarılıyor, “İyi ki varsın,” diyor. Hani o umut ya da o insanların bana karşı güzel tutumu beni göz altında daha piste de zinde tutmuş oldu. Yani illa ki onlar için o tavuk yenecek bence. O kediysek eğer.
T. T: Peki şey, bu cezaevinde sizin de güçlü olmanızın sebeplerinden bir tanesi anladığım kadarıyla işte çok fazla mektup gelmesi. Şimdi siz dışarıdasınız, içeridekiler için neler yapılması gerektiği konusunda da birtakım tavsiyeleriniz var. Neler tavsiye ediyorsunuz dışarıdakilere, içeridekilere destek olmak için?
B. A: Ben hiç içeri girmemiş olsaydım, içeriden hani bu kadar karadelik kadar zamanın ağır aktığını hiç düşünmezdim. İçeride insanların en çok merak ettiği, en çok mutlu olduğu şey dışarıdan aldıkları mektuplar oluyor. Cuma günleri genelde mektup günleri. Gardiyan mağazalarını açıyor, “Beyler, mektup!” diye bağırıyor koğuşa. Herkes koşturuyor sabah dokuz buçuk, on gibi kapının önüne. İsmi okunanlara mektup geliyor. Bana 20 tane, 30 tane, 40 tane mektup geliyordu. Bu mektuplar geldiğinde her bir mektup apayrı mutlu ediyordu beni. Cuma gününü zaten geçtim. O tüm hafta o mektuplara cevap vereyim. “İşte bak burada bunu demişler,” diye. Yanımda Ethem abi, “Bak şuna,” diyerek gösterip mutlu oluyordum. O yüzden içeridekiler için bence yapılması gereken... Yegâne şey mektup yazmak bence. Ki zaten hatta kendim yazmaya başladım çıktığımdan beri. İçerideki arkadaşlarıma, içerideki siyasi tutsaklara. Onun haricinde de böyle bir kampanya yapmayı düşünüyorum. Çünkü çok fazla mektup yazmak isteyen ama nasıl yapılacağını bilmeyen insan var. Mesela Şişli Belediye Başkanı, Resul Ağabey. O içerideyken ben ona mektup yazdım, ona işte Twitter'dan çok mention atıp onun hakkında paylaşım yaptığım için avukat arkadaşlar bahsetmişler benden. Zaten ağır abi gibi tanışıyorduk böyle 1-2 dakikalık. O çok mutlu olmuş bundan. Ben içerideki emaneti üstüne mektup yollamış oldum. Mesela ben o adamı hiç tanışmıyorsam bile dışarıda sadece Vatan'da görmüştüm İmamoğlu'yla birlikte. Unutmamam gerekiyor. Ve onu unutmadığımda ona yazacağım 10 dakikalık mektup, onun için belki 2-3 ay sonra bile aklına geldiğinde, dışarı çıktığında dahi mutlu edecek bir şey. O yüzden yegâne şey bence mektup yazmak.
T. T: Ben hani son dakikada şunu söyleyeyim. Ben de bilmiyordum. Hani dijital mektup diye bir şey varmış. Online olarak da işte bir siteye üye olarak mektup gönderebiliyorsunuz. Sizin paylaşımınızdan gördüm. Onu da burada not etmiş olalım.
B. A: Sadece fazladan bir 20-30 lira belki ödeyebiliyorsunuz. Hem çok daha hızlı gidiyor hem de çok daha kullanışlı.
Ö. Ö: Nasıl yani, bunu şeylere, tutsaklara veriyorlar mı? Çıktısını alıp mı veriyor hapishanede, cezaevinde?
B. A: Yok, cezaevi uğraşmaz. Onlar cezaevi yerine bu uygulama direkt kendi çıktısını alıyor. Her gün değil, PTT'ye yolluyorlar kendileri yapıp. Anladım, tamam.
T. T: Evet, böyle. Çok teşekkür ederiz Bekir Aslan. Umarım bir daha geçmiş olur ve bir daha cezaevine girmezsiniz. Söylediklerinizi söylemeye, söylemek istediklerinizi söylemeye devam edersiniz. Ama yalnız, bir daha cezaevine girmeyesiniz diyeyim ben. Çok teşekkürler bu deneyiminizi paylaştığınız için.
B. A: Ben çok teşekkür ederim. O zaman su gibi akmış oldu. Keşke daha fazla vaktimiz olsa daha çok konuşsaydık.
Ö. Ö: Çok teşekkür ederiz.
B. A: Görüşmek üzere.
T. T: Hoşça kalın. Sahiden programımızdan bu haftalık bu kadar. Gelecek hafta yine görüşmek üzere.


